29 Ocak 2011 Cumartesi

Bir filmi bir oturuşta izleyemiyorum.


Bilenler bilir evde film izleyeceksem o film asla tam zamanlı bitmez.
Mesela o film 2 saat mi, 4-4,5 saatte biter.
Film iyi olsa da. Yani sorun filmden kaynaklı değil, benden kaynaklı.
O yüzden birileri bana gelip, "sed film önersene." dediğinde duraksarım.

Neyse efenim bu cumartesi haftanın tüm gün yatakta yatıp yuvarlanmalık uyumalık renge büründüğünden mütevellit aldım kitabımı laptopumu attım kendimi yatağa.
Hedef belliydi.
Elimde haftalardır gidip gelen kitabın son bi kaç sayfasını da okuyacağım ardınca da film izleyeceğim.
-kitapla ilgili bir yazı ayrıca yazacağım-

Efenim hem oscar adaylığı hem de David Fincher'n filmi olmasından dolayı "The Social Network"u izlemeye karar verdim.

Ya kimseler kızmasın bana ama öyle aman aman bir film değildi.
İzle at dediğimiz türden de değil ama hiç izlememiş bir arkadaşım," hadi gel ben izlemedim birlikte izleyelim." dese ikinci kez izleyebileceğim bir film de değil. Arada bir film benim nazarımda.
Görsellik bilmem ne hoş da Mark o kadar hızlı konuşuyordu ki bazen altyazıyı okuyacağım diye 5-10 sn'ye geriye aldığım oldu yalan da değil.
Filmden anladığımıza göre Mark Z. facebookun fikir babası değilmiş. Çaldı desek çok mu ağır olur bilemiyorum ince bir kıstasta ama adam salak mı yoksa tam bi çakal mı çözemedim. Velhasıl izleyenebilir film o da David Fincher'n yüzü suyu hörmetine.


-bu afiş aslında film hakkında her zıkkımı anlatıyor-

23 Ocak 2011 Pazar

yazmadan olmazdı, fotolu 22 yazısı.

Doğum günümü tek bir gün kutlayamam ben, kutlu doğum haftası misali bir hafta boyunca kutlanmalı mantıyla gittiğimden mütevelli bu yazıyı yazıyorum efenim.
Ve ilk defa bu kadar fotograflı bir yazım olacak inşallah alışıp da bundan sonraki tüm yazılarım böyle olmaz. lgkjfdlgdflşg

22den umutluyum. İlk günleri pek güzel geçiyor.
Doğum günümde çalışan bir insan olarak güne biraz sıkkın başladım, ofisten bir hocayla ağız dalaşına girdik sinirlendim tabi ki sonrasında Sev'in odasına gittiğim an Çıtır'dan ses geldi, "Seda hanım bir dakika bakar mısınız ?" gittim tabi ki. Gittim bir de ne göreyim. Bana çiçek gelmiş !


fotoğrafı evde çektim. Ofiste çekmek aklıma hiç gelmedi.

Ben mutluluktan uçuyorum aklımda bir isim var -hayır pamuk değil- ama yani diyorum o neden böyle bir şey yapsın.
Şimdi böyle söyleyince de çok gizemli oldu ama sandığınız gibi değil. Aslında gizemli ama anlatmayacağım hayır. İşin ucu tumblr'a dayanıyor ve oradaki bunalım yazılara dayanıyor ama artık ne onda ne de ben de bunalım olmadığını düşünüyorum.
Ayrıca sandığınız gibi romantizm falan değil efenim ! Bildiğin bir polisiye kahramanından geldi o çiçekler.

Neyse konu dolandı.
Ben çiçekleri aldıktan sonra afallamış bir halde Sev'in odasına geri gittim ama nasıl ağlıyorum neden ağladığımı da bilmiyorum. Tamam ilk defa çiçek almıyorum ama ilk defa bu kadar güzel bir buket alıyorum.

Sonrasında ofiste Sev elinde minicik bir pastayla geldi. Ofiste cumaları 3-4 kişi olduğumuz için biz bize kutladık. Çalışma hayatımda ilk doğum günüm bu da ayrı bir deneyim oldu. (:

Sonrasında ne annemden ve entresandır ki meleğimden de ses soluk çıkmadı. En sonunda dayanamadım ben aradım, beybi ne yapıyorsun falan derken doktordan çıktığını acil eve gitmesi gerektiğini söyledi eve geçince tekrar konuşalım belki bi Starbucks yaparız dedi. İyi dedim. Geldim eve. Evde de bi hareket yok. Sadece annem içine kabartma tozu koymayı unuttuğu bir kek yapmış. fjgodjgkdşlkfg Tadı cidden çok güzeldi ama. Neyse anne dedim kimseyi çağırmadın dimi yatıcam ben çekemem doğum günü dedim. Aaa bi dakika ondan önce annemle babam elimdeki çiçeğe şaşırdılar tabi. (Çiçekle eve giderken yaşadıklarım ayrı bir yazı olur ya neyse. lfkdlgjfdlkg ) Babam ofisin hediyesidir sandı, annem pamuktan ya da yeni birindendir diye düşünmüş.
Sonrasında kapı çaldı heh dedim geliyor birileri ah anne derken meleğim elinde minik bir pasta yanında Aynur teyzem kapıdalar. Nasıl mutlu olduğumu söylememe gerek yok bence.
Cidden beklemiyordum evet belki basit şeyler ama ben beklemiyordum.
2 senedir doğum günlerim istediğim gibi geçmediği için bu sene bu olanlar o kadar mutlu etti ki beni 2 gündür ağzımın yara olmasına rağmen kocaman kocaman sırıtıyorum.

Yılışıklığın dibine vurayım hediyelerimden de bahsedeyim.

Puantiyeye ayrı ölürüm siyah tişörtün düzlüğüne aldanmayın kollarına bayıldım, kapri desen ayıl bayı ama ama ama beni orada Chuck amcanın kitabı bitirdi. Hani bana hediye almak isterseniz kitap alın derim ya ben meleğim durmuş durmuş Chuck kitabını almış.

İnanıyorum 22 güzel geçecek.
Beni yanıltırsa 23e girdiğim zamanlar arkasından çok fena söverim. Şimdiden göz dağı vereyim de.

Son olarak
polisiyeye heyecan katsın diye bu da.
~hafıza.

21 Ocak 2011 Cuma

iyi ki doğdum gördün bak 22 oldum (:

Bugün benim doğum günüm ve geride kalan yaşımla ilgili uzunca bir yazı yazmak geliyor içimden.
21 bunu hak ediyor mu bilemiyorum ama deneyelim bakalım.

Güzel hatırlayabilir miyim bu yaşı bilmiyorum.
Güzel şeyler olmadı değil.
Ama nedense buruktu bu yaş genele bakıldığında.
Gidenler oldu.
Biten bir okul.
Kopmak zorunda kalınan arkadaşlar.
Ağır depresyon.
Biten bir ilişki.
(lan cidden kötü bi yaşmış böyle yazınca daha net anladım. lgjfgldjk )

Oha olm bütün hevesim kaçtı yazarken.

Ne olduysa hep 21 sonlarına doğru oldu ama.
Bir şehri bırakıp gidecek kadar depresyona da soktu, bir maille yüzümü güldürecek kadar neşelendirdi de. Ama gene de ben 21i pek iyi anacağımı sanmıyorum.

Her neyse.
Bugün benim doğum günüm ve inanıyorum ki 22 süper geçecek.!
-hissiyatlı insanım ben, anlarım.-



17 Ocak 2011 Pazartesi

ne dinliyorum - 6


Çoştum, günün 2.yazısı.


Ne zamandır ne dinliyorum yazmıyordum. Büyük Ev Ablukada ile bu araya son veriyorum. Nasıl mutlu oluyorum bu adamları dinlerken tarif edemem.

afiyet olsun.

işyerinde saçmalarsam böyle olur.

Blog'ta ipin ucunu kaçırınca bir türlü toparlayamıyor insan. Millet söyledi de inanmazdım meğerse ne kadar haklılarmış.
Sürekli düzenli yazı çıkaranlara cidden imreniyorum valla.
Ben yazamasam da takibinde olduğum blogları okuyorum.
Zaten onları da okumasam bloggera falan uğramam diye düşünyorum.
Tamam vurmayın aaa.

Benim şu ara düzenli yapabildiğim şeyler değişmiyor.
Ev-iş-iş-ev.
Bir de düzenli olarak maillerimi kontrol ediyorum. (hafızıma saygılar.)

Bir de ölümüne asosyal oldum.
Tek izin günümde bile dışarı çıkmıyorum.
Çıkmaya niyetlendim 2 hafta önce o zamanda bel ağrısından çıkamadım. (bahanem oldu açıkcası.)
Hiç içimden sosyalleşmek gelmiyor.
En son Taksim'e ne zaman gittiğimi cidden hatırlamıyorum.
İnsan asosyalliğinin farkında olur muymuş bilmiyorum ben ben gayet farkındayım.
Ama hiç içimden sosyalleşmek gelmiyor.
İş çıkışı değil alışveriş yapmaya markete gitmeye bile inanılmaz üşeniyorum.

Klavye delikanlısı oldum sürekli pc başındayım.
Twittiyorum mütemadiyen.
-twitter ve tumblr linklerimi bilerek kaldırdım. Özellikle özellikle tumblr'ı, herkesin görmesine cidden gerek yok. -

Pc başında olmama rağmen entresandır ki tek başıma film izleyememe sorunsalım gittikçe büyüyor.
2 saatlik filmi 4 saatte bitiren ben şimdilerde bir filmi 2 günde bitiriyorum.
(Tanrım gittikçe deliriyorum sanırım.)
Oysa ki izlemek istediğim o kadar çok film var ki.

Kitap okumadığımda başım ağrırken şu ara kitap okuduğumda başım ağrıyor.
Aylar öncesinde aldığım kitaplar raflar öylecene duruyor.

Silkelenip kendime gelmeliyim gene.
Yazarken bir daha anladım.
Hatta önceki yazdıklarım aklıma geldi.

Havalardandır belki de bu durum bilemiyorum ama mutsuz değilim de bitmek bilmeyen bir yorgunluk var üstümde.

Cuma günü doğum günüm ve ilk defa bir doğum günüm için bir planım yok.
Beklediğim bir süpriz yok.
Doğum günü geri sayımı bile yapmıyorum.

"En kısa zamanda görüşelim, çok özledim." arkadaşları biriktiriyorum bir de.
Hepsiyle tek tek görüşüp özlem gidermeliyim, toplanıp kafamı kıracaklar diye aklım çıkıyor.

Dur bakalım havalar biraz daha açsın ben toparlanırım.


Herkese iyi haftalar.


6 Ocak 2011 Perşembe

başlık bulmaktan zorlanıyorum, saçmalıyorum.

Ben de çok isterim size iş yeri maceralarımı anlatayım, vay efendim bi yakışıklı geldi salyam aklı diyeyim ya da ofiste kim kimin ardından ne konuşuyor yazayım sonracığıma efenim çok eğleniyoruz falan diye döktüreyim amma velakin yok. Varla yok. Olsa da kafamızı kaldıramıyoruz bile yoğunluktan.

Her sabah aynı saatte kalk.
Hazırlan.
İşe git.
Çalış çalış çalış.
Salı perşembe derse gir.
Akşam eve git.
Yorgunluktan yerinden kalkama.
Kalktığın anlarda ağzına bir kaç lokma bi şeyler atıver sonra duşa gir sonra at zıbar ertesi.
Sonra tekrar en baştan.

Ha bir de her akşam yarın ne giysem diye düşündüğüm anlar oluyor ki en sonunda pes edip sabah elime geçen ilk şeyleri giyip çıkıyorum.

Biraz adaptasyon sorunum var sanırım.
Neyse bu başka bir yazı konusu olur çünkü o kadar çok şey geçiyor ki içimden.


İyi geceleeer. ^^,