31 Aralık 2012 Pazartesi
2012'nin son yazısı!
2013'le ilgili dileklerimi ve istediklerimi yazdığım bir taslak vardı ama baktım hep çok saçmalamışım hem de çok uzatmışım gerek yok dedim, sildim.
2012 iş-güç-kariyer olayları dışında benim için iyi geçti. Hani en kötü günümüz böyle olsun denilir ya aynen öyleydi. Ben mutluydum, genel itibariyle etrafımdaki herkes mutluydu.
Anlayacağın 2013'den en temel dileğim 2012 gibi devam etmesi ve artık istediğim gibi bir işe başlamam. (Fazla yayıldım evde biliyorsun. Sıkıcı olmaya başladı bu durum.)
Geri kalan heeeer şey aynı kalabilir. Zaten çok fazla bir dileğim yok. Her sene aynı şeyler. :)
Ve sana gelince:
Senin ve sevdiğin herkes için 2013 süpersonik geçsin.
Ne istiyorsan yapabildiğin, inanılmaz mutlu olduğun, sevdiğin herkesin her zaman yanında olduğu, kendini hiç yorgun hissetmediğin, zamanın sana yettiği, para sıkıntısı hiç çekmediğin, okulun ya da işinin tam istediğin gibi gittiği, hayatının aşkını bulduğun -hatta belki de evlendiğin-, istediğin her şeyi alabildiğin, izlemek istediğin her filmi ve oyunu izlediğin, tüm merak ettiğin kitapları okuduğun, bol bol gülümsediğin, alarmından önce kalkıp güne dinç başladığın, artık diğerlerini takmadığın, yalnız kalmaktan o kadar da korkmadığın, en kötü anlarda bile kalbinin sesinin susmadığı ve beyninle çakışmadığı, hiç üşemediğin, hiç sıcaktan bunalmadığın, gücün hep seninle olduğu eşsiz bir yıl diliyorum sana.
Bir de bunca zamandır olduğu gibi 2013'de de beni yalnız bırakmamanı diliyorum.
Öperim.
29 Aralık 2012 Cumartesi
sevgili günlük vol.17 - günü birlik yolculuk ne kadar yorucu olabilir ki?
Ben yorgunum valla.
Enteresan bir şekilde yorgunluğumu atamadım ve ben kendimi her bu kadar yorgun hissettiğimde hasta olurum.
Yılbaşı arifesi hasta olmak istemiyorum of hayır!
Her gün sana gelmek, seninle konuşmak iyi geliyor.
2akşam konuşmadık ya birikti gibi hissediyorum.
Perşembe gecesi sırtımda çantam ile yollardaydım.
Çantayı hazırlamak zor da olmadı. Hatta Canon'u yanıma almayacak olsaydım belki sadece kol çantamla giderdim ama iki iki çanta -hep fotoğraf makinesi hem benim çantam- ile yürümeyi sevmiyorum.
Yanıma alacakların tüm tikleri tamamlandıktan sonra annemle vedalaşıp önce derse sonrasında Aylinime gittim.
Dersi dinleyemedim. Gözüm sürekli saatimde. Sürekli kendime daha vakit var diyip durdum ama bastırmadığım bir heyecan ve mutluluk vardı.
Yolculuktan önce Aylinim görmek iyi geldi. Heyecanımı bir nebze olsun attım sanki.
Neden bu kadar heyecanlandın diye sorma inan ben de bilmiyorum.
Sonrasında gece 1buçukta Ankara otobüsü.
Yol boyu uyu-uyan, yola bak-kork, şarkıyı değiştir modunda geçti.
Tekli koltukta olduğum için rahattım ama gene bir hata yaptım ve ilk sıralardan bilet aldım.
İlk 3 sıra benim kabusum resmen.
Gözüm sürekli yolda oluyor, korkuyorum şimdi çarpıcaz diye panikliyorum.
O anlarda hiç hoş değilim cidden.
Sonrasında 7buçukta orada olacak denilen otobüs 6buçukta Aşti'de oldu.
Ekspres hat değildi! Yolda bir de yarım saatlik mola da vermiştik.
Bütün yolcular gibi bende şok oldum.
Buna sevinenler vardı ama benim gibi yemin törenine gidecek olan aileler ne yapacağını bilemedi.
Hafızın ailesiyle 8gibi Aşti'de buluşacaktım. Tüm planlarımı ona göre yapmıştım. Otobüsten indikten sonra yarım saat benim için yeterli olacaktı kahvaltı ve diğer hazırlıklarım için. Sonrasında zaten direkt Etimesgut'a gidecektik ama ama ama!
Sabahın 6buçuğunda gözüme ilk görünen yere girdim. Kahvaltımı yaptım. Tek başıma değil kahvaltı yemek yemek bile benim için o kadar zor ki. Bir de sabahın köründe mıymıntı bi halde atıştırdım bir şeyler. Vakit öldürmeye çalıştım pek olmadı, sonra gittim makyaj yaptım en hafifinden.
Sağ olsun cildim aşırı heyecan ve stresten patlama yaşadı. 2-3 sivilce yolda bana eşlik etti!
8de gelen hafızın ailesiyle birlikte Etismesut yollarına düştü.
-Abisi ve annesiyle daha önceden tanışmıştım. Sana anlatmadım. Ama dün babasıyla da tanışınca domates şeklinde dolaştım.-
Kocaman bir alandaydı askeriye.
Zaten dünyanın ya da Türkiye'nin -tam emin değilim.- en büyük tümeniymiş.
Belli zaten!
Oradaki ayrıntılara girmeyeceğim ama tören 1 saat, hafızın tüm işlerini halledip bizimle buluşması 2 saat sürdü!
Bekle bekle askerler gelmiyordu o durum cidden can sıkıcıydı!
Gelincede zaten...
O kadar asker o kadar çok aile. Bendeki duygu patlamasını tahmin edebiliyorsundur.
Sonrasında aldık hafızımı, nereye gitsek diye düşünürken -ve hiçbirimiz Ankara'da bir yer bilmiyorken- dedik en iyisi Ankamall'a gitmek.
Dediğim gibi hem yer bilmiyoruz hem ben acaip üşüyordum.
Yemek yedikten sonra bir şeyler içmek için Mudo Cafe'ye geçti. Güzeldi gayet.
Yorgunluk ve uykusuzluktan 1dakika kadar oturduğum yerde daldım! Etraftaki tüm sesleri, tüm muhabbeti duyuyorum ama gözlerimi dinlendirmem lazım biliyorum Allah'm napcam derken dur 2saniye gözlerimi kapatayım en iyisi, düşüncesi 1dakikalık içimin geçmesine neni'nin (neni Gürcüce anne demek ve hafız annesine Neni diyor.) bırak kızı uyusun zaten çok yorgun cümlesini duymama sebep oldu. Tabi ben o an, ""Yok ben uyumuyorum ya gözlerimi dinlendiriyorum." dedim ama çılgınlar gibi utandım.
Sonrasında neni hafızın babasını ve abisini hadi biz biraz dolaşalım diye aldı ve başbaşa kaldık.
İnanır mısın ne konuştuk neler anlatabildim bilmiyorum o kadar kısacık geldi ki bana.
Ailesi var diye utandığımdan sarılamamıştım, kocaman sarıldım ve buna ne kadar çok ihtiyacım varmış bir kez daha anladım.
O yokken olanları, sana anlattıklarımı, arkadaşların son durumlarını tek tek anlattım.
Her gün yazdığım mektupları da verdim. Çok mutlu oldu.
Sonrasında saat 5e doğru kalktık.
5de Etimesgut'ta buluşmak üzere SahteHesap'la sözleşmiştik. Oraya gidip de onu görmeden gelmek olmazdı.
Sonrasında 5buçuk ekspres otobüsüyle geri dönüş.
Ağlamadım zırlamadım ya bakma öyle!
Ama bundan 2sene önce 2010 ekimde İstanbul'dan kaçarcasına gittiğim 1 hafta kaldığım, her uyandığım gün küfür ettiğim sevmediğim şehir onu gördüğüm andan itibaren kendini sevdirdi bana.
Barıştık Ankara'yla.
Sonrasında hafız bugün öğlen uçağıyla Ankara'dan Erzincan'a uçtu.
Anlayacağın aklım şimdi Erzincan'da.
-----
Bugüne gelirsek.
Bıraksan tüm gün uyurdum ama olmadı işte.
Yorgunluktan deli gibi somurtan beni kargo karşıladı.
bilerek bulanık çekilen fotoğraf. :) |
Güzeller güzeli Merve'nin çekilişine katılmıştım. Pek ümidim de yoktu açıkcası ama kazanan ben olunca çok sevindim çünkü hediyeler,
:) |
26 Aralık 2012 Çarşamba
Ben bugün.... -5
Ona hep çiçeeeem derdim. Hala daha öyle diyorum zaten.
Özlemişim. Özlem giderdik. Eskileri yad ettik, az dedikodu yaptık.
Ben ona onla görüşmediğimiz zamanlarda olanları anlattım. Benim için sevindi.
"Seni böyle mutlu gördüğüme sevindim." dedi. Sırıttım.
Uzunca bir süre konuşmadığın ama görüştüğünde hala daha aynı elektriği yakaladığım arkadaşlarımı çok seviyorum.
Onlar iyi ki varlar.
Tıpkı senin gibi.
Ben de bir heyecan.
Cumaya az kaldı.
Yarın gece yolculuk.
Yapacaklarımı unutmamak adına notlar aldım.
Az önce telefonda hafızım, "buralar soğuk ona göre giyin gel." dedi.
Önlemleri almak lazım.
Bir de mp3'deki -evet mp3, evet ipod'm yok ve evet onca saat telefonum şarjı yetmez.- şarkıları yenilemem lazım.
Yoldayken en çok Mor ve Ötesi'ni dinlemeyi sevdiğimi fark ettiğimden beri, en iyi yol arkadaşım onlar oldu.
Şimdi lafı uzatmadan gidiyorum, playlistimi hazırlıyorum.
Sen ben yokken bol bol müzik dinle, gel buraya yorum olarak en çok ne dinlediğini yaz olur mu?
Öperler.
Önerilen dizilere bakıyorum da.
Modern Family indi ama Girl 10bölümmüş, SATC'nin 20li versiyonlarıymış eee zaten 25-30dk'lıkmış diye izlemeye giriştim ama...
Kızmayın bana ama biraz şişirilmiş midir nedir?
4.bölümü bitirdim şu an.
İzlemeyi de bırakmıyorum da bakalım ilerleyen bölümlerde neler olacak.
Ha bir de şunu gördüm, çok güldüm. Tek bizim ülkemizde yokmuş demek böyle şeyler dedim.
İzlemeye devam edeyim.
Akşam gene gelirim.
Anlatacaklar bol, heyecan dorukta.
Öpcük.
24 Aralık 2012 Pazartesi
dedim ki bebeğim... bana dizi önerin.
Son yıllarda Türk dizilerinde izlediğim bir tek Öyle Bir Geçer Zaman Ki vardı, o da bu sezon bence saçmaladı.
Gossip Girl bitti. - İçimdeki ergen bu durumu hala kaldıramadı ya.-
New Girl'den ben sıkıldım. -Bir de artık dizimag'n yayınlamaması da etken tabi, başka sitelerle de ben uğraşmaıyorum.-
The Big Bang Theory ve How I Met Your Mother desen zaten güncel, haftada bölüm yetmiyor.
Eskilerden bir tek ara ara Lie to Me'ye bakıyorum.
Anlayacağın bana şöyle çıtır çerez 20-30dk'lık dizi lazım beni sıkmadan.
Ben de döndüm Twitter'dan dedim ki bebeğim, bana dizi önerin.
Twitter'dan yazınca şu arkadaşlar önerirdi.
İzleyeyim, sana da ses edicem güzelmiş ya da değilmiş diye.
![]() |
ahanda izlenecek arkadaşlar. |
23 Aralık 2012 Pazar
Ama arkadaşlar iyidir iyi.
Okuduğum okulun konumundan mıydı yoksa sınıfın kalabalıklığından mı bilemiyorum. Lise diyince bende şöyle bir "ııyyyyy" ifadesi suratıma yerleşiyor.
22 Aralık 2012 Cumartesi
Blogum 4 yaşında!
Sen onca zaman bir sürü blog oku dur, sonra bunları böyle takip etmek zor oluyor en azından bir blog açayım hem yorum da yazarım derken blog yazmaya başla sonra 4 sene geçsin.
Sadece kendime ait şeyler paylaştığım burada bir sürü iyi yürekli insanla tanıştım. Kimisini hiç görmedim ama bıkmadan konuştum dertleştim, kimisiyle görüştüm ve en yakınımdan daha yakın oldu. Ve bu blog her zaman "iyi ki yapmışım" listemde hep en üst sırada olacak.
Bunca zamandır okuyan, yorum yazan, mail atan, akıl veren - akıl alan kısacası bu blog üzerinden benimle iletişime geçmiş herkese sonsuz teşekkürler.
Beraber nice mutlu yaşlara!
:)
20 Aralık 2012 Perşembe
Mimledim! Blog listemde görmek istediklerim ve istemediklerim
Mimlerle aram iyi değildir. Onca şeyde mim'lendim, unuttum yapmadım birikti derken saldım gittim.
Uzuuuuuunca bir zaman sonra tekrar bir mim gelince hem de blogumda hiç bahsetmediğim bir konu olunca heh dedim, bunu yazayım.
Blog listemde görmek istediklerimi ve istemediklerim sorulmuş. Aslında o kadar çok ve bir o kadar da Melodram'n düşünceleriyle aynıyım.
Görmek istediklerim : 4 yıldır blogumda yazıyorum, yazmadan öncede takip ettiğim birçok blog vardı. Takip ettiğim onlarda çeşit blog var ama bunları takibe almamdaki en büyük etken yazarının samimi duruşu. Günlük, makyaj blogu, yemek blogu, kitap tanıtımı blogu, DIY projeler yapan bloglar, lifestyle olanlar yani her çeşitten envai blog takip ediyorum ama samimi değilsin takip etmiyorum ya da zamanla samimiyetini kaybettirdiyse üşenmiyorum listemden kaldırıyorum. Ciddiyim.
Bir de görmek istediklerimden bir tanesi de, sık sık güncellenen bloglar. Bayılıyorum onlara! Siz yazın ben okurum, hem de bayıla bayıla.
Görmek istemediklerim : Offf işte bu konuda çenemi hiç açmasam mı aslında? Neyse sıralamaya başlayayım. Full reklam olan bloglardan bıktım açıkçası. Bunu en çok makyaj bloglarında görüyorum bu ara. Bir bülten çıkıyor hepsinde aynı şey! Bilmiyorum bu işten para kazanıyorsunuzdur belki, haklısınızdır ya da haklı olduğunuz yerler vardır ama blog paneline girdiğim x markasının 21654631 tane blogta reklamını görünce gına geliyorum.
Gene aynı şekilde makyaj bloglarındaki firmalardan gelen ürünlerin ballandıra ballandıra anlatılmasından nefret ediyorum ve takibi kaldırıyorum. Dürüst ol canımı ye.
Yorum olarak, "bloguma beklerim." diyip link yazan arkadaşlar.... Ah size ne desem bilmiyorum! Susayım. Ama bi bitiniz bence.
İnanılmaz bir stili olduğunu zanneden ama çarşamba pazarı görüntüsünden çıkamayan arkadaşları da görmek istemiyorum.
Ben en iyisi bu yazıyı keseyim. :) Samimi olun canımızı yiyin bence.
Mimlediklerime gelince! Bu yazıyı okuyup "Sed, bu konuda benim de söyleyeceklerim var ya!" diyen herkes yazının altına yorum bıraksın, bloguna yazınca da ses etsin okuyayım!
Öpcükler efenim! ^^,
19 Aralık 2012 Çarşamba
Ben bugün.... -4
Tam emin olmamakla birlikte 4 ya da 5 sene önce tüm yaz bu şarkıyı dinlediğim aklıma gelince gözlerim bi' dolmadı değil hani.
İyi geceler yavrucum öpüyorum gıdından.
18 Aralık 2012 Salı
Ben bugün... -3
Ben bugün Sev'in "Acil ofise gel, anlatmam gerekenler var." cümlesi üzerine kalktım yanına gittim ve şunlarla karşılaştım :
Twitter'ın bana kazandırdığı bir tanecik dostum bana süpriz yapmış ve bu şalı almış! Renkleri şahane! Özellikle kışın şallar benim vazgeçilmezdir! Hele ki siyah ve mavi şallarımı çıkarmak bilmem. Ben bunu takmaya kıyamam. :) Nasıl teşekkür edeceğimi bilemedim ya. Eşek herif! (:
Yves Rocher'ın narlı ürünlerini ise Sev almış! YR hakkında konuşurken benim oradan aldığım hiçbir ürünüm yok diyince bunları almak içinden gelmiş!
Yılbaşında 10günden fazla var ve ben hediyelerimi almaya başladım. Kehkeh! :)
17 Aralık 2012 Pazartesi
Ben bugün...-2
Suç benim. Vaktim var bari gidip geçen haftanın notlarını okuyayım diye neden sınıfa çıktım ki git bi kafede otur di mi?
O değil de kafalarına bizim evin anahtarını atacaktım eve gidin be! diyerek.
gfjndlkfngdlng
16 Aralık 2012 Pazar
Ben bugün... - 1.
Sen şimdi diyebilirsin ki "kızım deli misin çocuğa ayrı bir yere kağıtlara yazsana." Yazıyorum da olsun işte hazır ona yazıyorken blogumdan da uzak kalmayayım. Hem belki sonunda istediğim kıvama getiririm burayı.
Aslına bakarsan her günüm birbirinin aynı şeklinde geçiyor ama olsun her gün hatırlanmaya değer sonuçta.
O kadar çene yaptıktan sonra bak ben bugün neler yaptım.
Pazar gününün en orta yerinde olan 2-4 arası dersime gittim. Mecidiyeköy sarı kırmızıydı. Keşke hafızımda burada olsaydı dedim. Olsun daha gidilecek çok derbi var diyip kendimi avuttum.
Ders çıkışı Aylinimle seneler sonra birlikte Akmerkez'e gittik ki kendisi seneler önce Akmerkez'deki hikayemizi yazmış. Okuyup kocaman sırıttım! Tıktık
Hafızım aradı, 3dk kadar konuşabildik. Daha 1hafta olmadı gideli ama bana o kadar uzun zaman gibi geliyor ki. Hobbit nasıldı diye sorunca bir burkuldu içim. Onca zaman bekledik o askere gitti. Olsun.
Evlerimize hem bu kadar yakın olup hem de bu kadar ters yönde olan AVM'ye alışık olmadığımızı ve girmemiz gereken mağazalar burada değil diyerek çıktık Metrocity'e gittik.
Kışı seviyorum evet ama insanları avm'ye sürüklüyor. :(
Gerekli alışverişler yapıldıktan sonra oturduk, yorgunluk kahvelerimizi içtik.
Aklım bir yandan maçta bir yandan da totem yapma derdindeyim.
HAHA! Bu sefer de işe yaradı. Kızsam mı bilmiyorum da izlemediğim her kritik maçı alıyoruz abi bu nedir? dfkngdflkngdklfg
Sonrasında evlere dağıldık işte.
Aaa bu arada girdiğim banka sınavı sonucu açıklanmış. Küfürler eden 10binlerden biri de benim.
Sokayım böyle işe.
İyi geceler sayın bunu okuyan. Öpcükler! ^^,
12 Aralık 2012 Çarşamba
6 Aralık 2012 Perşembe
İstanbul Efendisi ve büyük buluşma!
Oyuna gideli bir hafta oluyor ama yazamadım işte.
Yoğunluktan da değil hani, üşengeçlikten valla.
Ama bu oyun daha bir özel.
Çünkü ailece gittiğimiz ilk oyun. Artı yanımızda misafirimiz biricik hafızım da vardı.
Kehkehkeh.
Şehir Tiyatroları İstanbul Efendisi için şöyle yazıyor,
Kendine damat beğenen bir baba kızının başka birini sevdiğini öğrenirse ne yapar? Savletî Efendi, kızının gönlüne yön vermek için cinlere perilere bel bağlamıştır... Musahipzade Celâl, İstanbul Efendisi ile Osmanlı'nın Lale Devri'nden sonraki gündelik yaşantısını ve sosyal ilişkilerini hicvediyor. |
Bunları söyledikten sonra oyunun diğer oyuncuları hakkında da söz etmezsek olmaz.
Sevinç Erbulak'ı ve Çağlar Çorumlu'yu ilk defa sahnede izledim. Çağlar Çorumlu'nun oyunculuğu dillere destan. Bayıldık ailece.Komik. Çok komik.
İzlediğim oyunlar hakkında spoiler vermemeye çalışıyorum ki meraklan ve git diye. Bundan önceki yazımdaki oyunlara da gidin dedim ama senin için biraz hatrım varsa cidden git bu oyuna. BAYILACAKSIN!
Bir itirafta bulunayım, ben biletleri Lüküs Hayat için almıştım taa ekim ayının başında. Kasım başı mail geldi. Oyun programında değişiklik diye. Belki biliyorsundur. Zihni Göktay rahatsızlandı. Acil şifalar diliyorum kendisine. Umarım bir an önce sağlığına kavuşur. O sebeple Lüküs Hayat biletlerimiz İstanbul Efendisi'ne döndü. Ailecek ilk defa tiyatroya gidecektik. Oyun hakkında olumsuz bir yazıya hiç denk gelmedim. Bir de Engin Alkan yönetmen olunca tamam dedim sorun yok.
Ama diyorum ya sana git bu oyuna. Arkadaşlarımı ayarlayabilirsem ben bir daha giderim diye düşünüyorum.
Kağıthane Sadabat Sahnesi'nde izledik biz. Genişçe bir salon. İyiydi.
Oyundan çıktığımızda gülmekten yüzümdeki tüm kaslar ağrıyordu.
Dedim ya sana spoiler yok diye. Git izle, gül-eğlen beni hatıla.
Gelelim o akşamın bombasına.
Lüküs Hayat'a ailece gitme konusunda önce kardeşim semito ve hafızımla birlikte gitmeyi planlıyorduk ama babam böyle bir şey teklif edince, "benim daha önceden başka bir arkadaşımla planım vardı ona ayıp olacak." diyince annem konuya el attı : Arkadaşında gelsin. Arkadaşım diye bahsettiğimin kim olduğunu bildiğinden bir şey çaktırmadı babama.
Oyun günü gelince de oyuna 20dk kala oyuna gittik, bizden bir 5 dakika sonra da hafız geldi.
Ailemden sana çok bahsetmedim galiba. Sanırım bir yazımda babamda bahsetmiştim. Ters bir tepki vermeyeceğini biliyordum. Adam pamuk şeker. Hafızı şöyle bir süzdü, tanıştı. Ha ertesi gün bana bir sürü soru sordu tabi dfjkgdjngdjkfng. Olsun. Annem göründüğünün aksine inanılmaz çekingendir. Oyuna girmeden ve oyun arasında az biraz sohbet etti. Ertesi gün tabi başımın etini yedi çocukla çok konuşamadım, ayıp oldu vs diye. jfbgjdkfbgdjkgn Sana diyorum ailecek deliyiz.
Babam : Kızım dün akşamki arkadaşın .................(20dk sonra) nereden arkadaşın?????????
Ama sandığımdan, düşündüğümden çok çok çok daha güzel geçti.
Bir önceki hafta da ben onun annesi ve teyzesiyle tanışmıştım ondan da upuzun bir post olur da yazmıyorum. Nazar!
Anlayacağın 2012 yılı bitmeden ve bitanem askere gitmeden ailemle tanıştırabildim. Benim de çılgın projem buydu işte! ldfgnlkdfngdlng
Askerlik dedim de, ayın 12sinde askere gidecek hafızım.İlk defa bu kadar uzun süre ayrı kalacağız. O yokken kendimi öncelikle derslere sonra da tiyatroya, sinemaya veririm sanırım. Sonra da gelir sana anlatırım...
Eh akşam akşam bu kadar çene yeter.
Yazılar ayda 1e düştü. En azından yaşadığımı biliyorsun.
Meraklanırsan twitterıma ve müzik kutum olan tumblra bak kesinlikle yaşam belirtisi göstermişimdir.
Hadi öptüm kocaman.
İyi geceler. ^^,
12 Kasım 2012 Pazartesi
weba gururla sunar : 3 oyun birden!
Neyse.
Lafı daha fazla uzatmadan size geçtiğimiz ekim ayında gittiğim 3 tiyatro oyunundan bahsetmek istiyorum. Spoiler vermemek adına (zor olucak ama deneyeceğim. :) ) sadece İBB Şehir Tiyatroları'nın sitesinden alıntı yapacağım. O yüzden sonrasında vay efendim yazın çok basit olmuş şu bu demeyin.
Vişne Bahçesi için İBB Şehir Tiyatroları'nda şöyle yazıyor,
Aristokrat bir ailenin son fertleri tüm servetlerini tüketmişlerdir. Ellerinde kalan son şey olan vişne bahçesiyle çevrili çiftlikleri ise borçlarından ötürü satılmak üzeredir. Üretmeye ve çalışmaya alışık olmayan bu insanlar; kapılarını sıkıca kapadıkları evlerinde, servetlerinin son kırıntılarını tüketirken, dışarıda yaşanan büyük değişim, sadece o ünlü vişne bahçelerini değil, eskiden olduğu gibi sürdürebileceklerini sandıkları yaşamlarını da tehdit etmektedir. Çehov, "değişim" denilen süreci sorgularken, 19. yüzyıl sonu Rus aristokrasisinin çözülüşüne ve çöküşüne tanıklığa çağırıyor.Bir çoğunuz eminim benim gibi Anton Çehov'un hikayelerini lisedeyken ya zorunluluktan ya da kendi isteğiyle okumuştur. Ben açıkcası zorunluluktan okuduğum halde pek sevmiştim. Yıllar sonra hikayenin oyununa gitmek ise ayrı güzeldi. Engin Alkan'ı oyuncu olarak çok sever ve beğenirim. İlk defa yönettiği bir oyunu izledim. Işıklar, sahne, dekor, oyuncular çok güzeldi. Ama sanki biraz fazla mı uzundu? Özellikle son sahneler. Seneler önce gittiğin, bıraktığın yerlerden artık tamamen ayrılmak zordur, anlayabiliyorum ama sanki o kısımlar fazla uzatılmış, izleyiciye zoraki bir duygu yaşatılması çalışılmış gibi. Belki de oyun bu yeni kadrosuyla ilk kez bu sezon çıktığı içindir. Zamanla oturacağına eminim. Rus Edebiyatına ilginiz olsun ya da olmasın kesinlikle izleyin.
Surname 2010 için ise yazılan şu şekilde,
Kocasının ölümünün ardından açtığı sahafında, özel bir nedenle geceyi bekleyen Sühendan Hanım, kocasına ait hiç görmediği notlarla karşılaşır. Bu notlar, kocasının kendisi için düşündüğü "sözde şenliğe" dair fikirleri içermektedir. Yazılanları şaşkınlıkla okumaya başlayan Sühendan Hanım; kendisini bir düşün içinde, geçmiş ile bugünün İstanbul'u arasında gerçekleşen bir şenliğin tam ortasında bulur.Kukla sever misiniz? Umarım benim gibi sevip sevmediğini bir türlü kestiremeyenlerden değilsinizdir. Sen çocukluğun boyunca Susam Sokağı'yla, The Muppet Show'la falan büyü (hatta hala daha izle.) ama gittiğin tiyatro oyununda koca koca kuklalar çıksın bir tedirgin ol. Yoo Sed yoo olmaz. Ama oldu valla. Bilmiyorum belki beni rahatsız eden kuklaların suratlarıdır. Prodüksiyon çok iyi çalışmış, gerçek bir emek var belli. Surname'nin ne demek olduğunu biliyorsanız zaten olayın azıcık da olsa Osmanlı'yla ilgisi olduğunu anlarsınız. Güzel. Ama sonralara doğru kendini tekrar edip biraz sıksa da eğlendim. Özellikle "İstanbulbazlar"ın oynadığı kısımlar güzel tespitlerle ve bol kahkahalarla doluydu. İstanbulbaz ne derseniz, gidin hemen izleyin derim.
Ve geldik son oyunumuz Oyun'a -Oyun'n afişini bulamadım bu arada.-
Beckett'in sahne ve radyo için yazdığı oyunlardan derlenen "Oyun", özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra meydana gelen değişimler, yeni toplumsal yapılanmalar sonucunda, bireyin duyduğu yalnızlık ve çaresizliği yansıtıyor. Oyun, günümüz insanın değişmeyen ve günden güne çoğalan çelişkilerini, yaşamın artan yükünü kaldıramayışlarını yalın ve çarpıcı bir üslupla sahneye taşıyor.Öncelikle özür dileyerek başlayacağım, sevmedim ben bu oyunu. Evet anlattığım diğer 2 oyundan da daha fazla emek var. Yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki gibi 3x5'lik bir kutunun içinde sahneye çıkıyor oyuncular. Kadın erkek ilişkilerine dair bir hikaye. Hatta spoiler vereyim bu sefer, 2 kadın 1 adam. Bütün cümleler öncelikle karışık bir şekilde rastgele oyuncular tarafında söyleniyor, tekrar tekrar tekrar tekrar... 2. kez söylediklerinde olayı anlıyorsunuz zaten. 3-4-5 kez aynı şeyler devam ediyor. Sonrasında da son bir kez en baştan olayı anlatıyorlar. Modern tiyatroya örnek gösterilen bir oyun. Doğrudur. Ben yalnızca izleyiciyim ve izleyici olarak size söyleyebileceğim, eğer 55dk tek perdelik bu oyuna dayanırım diyorsanız gidin. Üzgünüm ben ben çıktığımda başımda kocaman bir ağrı vardı.
Ekim ayında gittiğim oyunlar bu şekilde. Bu ay sonunda 1 oyuna gideceğim. O da süpriz olsun. Onu da yazarım. Bu gidişle bir sonraki yazı da bu ay içerisinde gittiğim filmler olacak.
Öpcükler efenim bir sonraki yazıda görüşürüz!
22 Ekim 2012 Pazartesi
sevgili günlük vol.16 - Sen şimdi bunları okurken yeni yazı her an gelebilir.
Bu kadar boş vakti olup da bu kadar az yazan blogger dalında ödül varsa ben talibim.
BANA VERİN!
İnsan evde olunca yazacak pek malzeme çıkmıyor ama bazen de buraya sadece Sev'le -benim kuzenim olur kendileri.- muhabbetlerimizi bile yazsam eminim gülen olur. Bilmiyorum belki bir gün onu yaparım.
Evde olan insan ne yapar? Bol bol kitap okur dizi-film izler di mi? Ben resmen bu ara kitap okuyamıyorum, film konusunu hiç açmıyorum bile ama dizi konusunda zaten evlere şenlik bir insanım. 45dk'lık diziyi 2saatte bitirme huyum yüzünden sezonlar elimde sürünüyor. Çünkü niye, tek bir şeye odaklanamıyorum. Dizide kafama takılan/ilgimi çeken bir şey de durdurup hemen araştırma moduna girip, eh hadi ara vermişken bi şeyler yiyeyim, hadi bir kahve yapıp içeyim derken uzadıkça uzuyor. Oyuncular bana kızgın, bilgisayarım sürekli açık olmaktan mutsuz anlayacağın.
Mesela bu yazıyı izlediğim Gossip Girl (GÜLME DEDİM!) bölümünü durdurup yazıyorum. Evet Gossip Girl. Biliyorum saçmalamadı, hatta belki bozdu ama içimdeki ergen dün "Sed gossip girl izlemelisin." dedi. Güncel olarak takip ederken 4.sezondayken izlemeyi bırakmıştım. Sonrası malum işte bu günlere geldik. Zaten şu an 6.sezonmuş ve 10.bölüm ile bitiyormuş. Kızlar itiraf edin hepimiz bu diziyi seviyoruz ve az da olsa kıskanıyoruz. Arada olaylara kaptırıp kendini Serena ya da Blair ile özleştiren insanlar tanıyorum ben.
Ay yok Sed saçmalıyorsun iyice derseniz, o zaman benim etrafımdakiler sorunlu. Olsun ben hepsini seviyorum.
Dizilerden başka ne izliyorsun derseniz yabancı dizi izlemeyi seven herkesin izlediği popüler diziler listemde. How i met your mother, ( O da bitse de gitsek diyor ya artık neyse.), The Big Bang Theory (Sheldon, bebeğimsin! ), Sherlock ( 3.Sezon başlasın artık ağlayacağım lütfen!), The Game of Thrones. Arada bir de bitmiş dizilerden Lie to Me, SATC, Friends'e bakınıyorum.
-Oha yalnız ne kadar çok dizi izliyormuşum bende. Şaşırdım.-
Tamam postun konusu diziler olmadan konuyu değiştiriyorum.
Ben bu ay içerisinde tam 3tane tiyatroya gittim desem? Evet bu benim kişisel rekorum. Belki çoğunuza garip gelebilir, belki her hafta bir oyuna gidiyor olabilirsiniz ama ben saat, gün vs. gibi etkenler arasında bu ay içersinde -düşünün bu ay daha bitmedi- 3 oyun sığdırdım. Yetmedi kasım ayı için bilet bile aldım. Kehkehkeh. Oyuna bir gidelim gelelim. Eminim o oyuna gittiğimizde olay olacak. O yüzden şimdi nazar değer korkusuyla anlatmıyorum.
Hangi oyunlara gittin derseniz,
-Vişne Bahçesi
- Surname 2010
- Oyun (Bu arada bu oyuna gittiğimde Vişne Bahçesi'nin genç oyuncularından Emre Şen ile tanıştım. ehemehe.)
Oyunlar hakkında bilgiyi de bir sonraki posta yazayım bana da malzeme olsun hem. (:
Kitap fuarına 1 aydan kısa bir süre kaldığını ve maddi olarak çöktüğümü, biliyor muydunuz?
Aralık ayında gerçekleşecek bir olay bu seneki iş ve okul durumumu belli edecek biliyor musun? Ya tamamen okula yönelicem hem de kendime 6-7 ay gibi bir dinlenme süresi daha vericem, ya da iş-okul her zamanki gibi devam edicem. Bana şans dile.
Ve son olarak, aralık ayında hafız askere gidiyor sana söylemiş miydim? Bu bilgiyi de verdikten sonra yazıyı sonlandırayım artık uzun ve karman çorman oldu ama çok da güzel oldu. Öperim seni. ^^,
8 Ekim 2012 Pazartesi
gece saçmalamaları
10 Eylül 2012 Pazartesi
Bu bir konser yazısıdır : RHCP ULAN
14 Ağustos 2012 Salı
15:33
Dayanamadım sıkıntıdan bir sigara yaktım lanet girsin dedim söndürdüm içmedim bir kaç tırttan sonra.
23 Temmuz 2012 Pazartesi
sevgili günlük vol 15 Kafamı kırsan hakkın var.
19 Temmuz 2012 Perşembe
18 Haziran 2012 Pazartesi
sevgili günlük vol.14 Yazacak çok şey var hangisinden başlasam ?!
24 Nisan 2012 Salı
İnsanın işini sevmemesi ne zulümdür arkadaş.
Her sabah evden çıkarken kendine olumlu şeyler söyle. Ofise git moralini yükselt, tamam bugün oldu olacak de. Sonra müşteriyle karşılaş. O olumsuz bir şey söylediğinde direkt moral yerlerde. Sürekli saate bak dur hadi 5buçuk olsun diye sayıkla. Ona buna mesaj at, whatsapp'tan herkesin başını şişir falan.Biliyorum abartıyorum. 2.haftam işte ama sanki olmayacakmış gibi.
Zaten hep böyle değil midir ? Her şey iyiyse bir yerden falso verirsin. Benim falsom da iş hayatımda. Aman diğerlerine zarar gelmesinde varsın iş hayatı böyle devam etsin.
3 Nisan 2012 Salı
sevgili günlük vol.13 Gecikmiş Mart ayı raporu
29 Mart 2012 Perşembe
Allah sizi kahret(me)sin ilişkiler
26 Mart 2012 Pazartesi
Bu aslında dünün yazısı.
Bu hafta inanılmaz yoğun, inanılmaz bunaltıcı hele hafta sonu fazla yürümeli fazla yorulmalı geçmişti.
1,5 seneden biraz daha az bir zaman önce sürekli adamın ağzından laf alma derdindeyken. Bak Büyük Ev Ablukada’nın konseri var hafta sonu sen gidicek misin ben gitmeyi düşünüyorumlar havada uçuşurken ve o adamın yani biricik hafızımın sürekli işinden, gücünden, okulundan yoğunluğundan gidememesi benim de “serde erkeklik var diyemem hadi kalk konsere gidelim.” duruşum yüzünden sürekli ertelenen birbirimizi görememe sorunsalı vardı.
Ama Büyük Ev Ablukada özeldi. Güzeldi. Biz birbirimize onlarca mail / mektup yazarken fonda en çok onların şarkıları vardı. Ama en çok bu vardı.
Sonrasında kozmos, olaylar olaylar derken biz olduk. Güzellikler oldu falan.
Sırf Büyük Ev Ablukada aşkına festivale gidildi. Çünkü gitmeye fırsat olmuyordu.Ulan kalkıp insan gidemez mi o çok istenilen akustik Krek konserlerine. Yok işte. Fırsat yok anasını satayımlar havada uçuştu.
Sonrasında bugün Twitterlarda dolanırken evimin dibine Kanyon’a geliyordu adamlar. Hem de akustik. Gitmezsem vurun beni gençler diyip büyük konuştum ve kalktık gittik. He ne oldu The House Cafe’dekiler haklı olarak davetye istedi eee bizde yoktu. İyi dedik camlı kısma giremedik bari gelmişken dışarda duyabildiğimizi duyalım. Olanla yetinelim dedik.
Kahveler içilirken Afordisman Salihins göründü az ilerimizde. O an ben hafızıma ne var sanki burada söyleseniz derken duydu bizi. Gelsenize içeri dedi, davetyemiz yok buradan dinlicez sizi o kadar evimin dibine gelmişsiniz dinlemezsem olmaz dedim. Benim davetlim olun dedi. Suratımın aldığı eblek ifadeyi merak ederken içerdeydik.
Şarkılar söylenirken belki bir çok insanın abartıyorsun ne var dediği şeyler oluyordu ama ben kozmosa inanıyorum.
Bunca zamandan sonra dibime kadar gelmeleri, sonrasında neyse artık diyip kahvelerimizi içerken salihins’in bizi davet etmesi yetmezmiş gibi “evren bozması”nı son dakika çalmaları. Çıkışta yanlarına utana sıkıla gidip ettiğimiz teşekkür, canavar banavarın sevimliliği…
Bilmiyorum. Ama kozmosa inanıyorum işte. Her şeyi planlıyor o. En güzel birinci yıl hediyesi değil mi bu ? Hem de birinci yıla 5 gün varken.
ps. Kıskanmayınız.
(:
6 Mart 2012 Salı
sevgili günlük vol. 12 - Üzerimdeki ölü toprağını atmam lazım.

3 Şubat 2012 Cuma
The Artist

Benim gibi televizyonda siyah-beyaz film yakaladığında elindeki işi gücü bırakıp izleyenlerdenseniz bu filme bayılacaksınız.Tipik Yeşilçam filmleri kıvamında. Öyle sıcak öyle güzel ki. Ben pek beğendim.
İyi seyirler efenim. ^^,
ps. Evet film sessiz, "of çok salakça yeaaa." diyenlerin ağzına kızılcık sopasıyla vururum haberiniz olsun. Bu mallık sınırınız olsun gençler.
30 Ocak 2012 Pazartesi
Zenne

İnternette dönen kötü eleştirilerin hiçbirini hak etmeyen film. Tek olumsuzluk -bence- biraz daha uzun olabilirdi sanki. Ama öyle kıvamında öyle gerçekleri insanların suratına tokat gibi çarpıyor ki.
Türkiye’deki bazı gerçekleri o kadar güzel anlatmışlar ki -ki zaten gerçek bir yaşam öyküsü. - bir kez daha nefret ettim bu ülkedeki insanlardan; özellikle kadınlardan.
Filmin konusuyla ilgili tek söyleyeceğim şey şudur ; olumsuz beyanatta bulunan herkesin homofobik olduğunu düşünüyorum. Ve suratlarına kocaman bir siktir çekiyorum.
Ha bir de Türk filmlerinde izlediğim en en en kötü anne karakteri vardı. Allah belasını versin onunda o kadar sinirlendim.
“Evet şimdi napıyoruz; ellerimizi yukarı kaldırıyoruz, gülümsüyoruz ve sonrasında kocaman alkışlıyoruz…”
21 Ocak 2012 Cumartesi
~ 23
Uzun uzadıya yazılmış yeni yaş yazılarını okumayı da yazmayı da pek severim.Bir nevi geride kalmış bir yılın kritiğidir ya onlar.
Ama günlerdir düşündüğüm halde 23.yaşım için bir yazı yazamadım. Sonrasında dedim ki bebeğim, 22 o kadar güzel geçti ki ve ben -herkes gibi- mutluyken derdimi, kendimi anlatamıyorum. Ümitliydim 22’den ve umduğumdan da güzel geçti. Öyle güzel ki cennetten kesitler gibi.
23sayısal olarak antipatik evet o da güzel başladı.
Saat 12i vurunce telefona gelen mesajlar, mailler, facebook bildirimleri arasında en sevdiğim insan bir tanecik aşkım sevgilim hafızım yanımdaydı. Tıpkı yılbaşında olduğu gibi.
23 senden ricam 22’yi aratma.
Hepinizi seviyorum.
ps. Kafamı toparlarsam bu yazı uzayabilir, son 1 yılın kritiği yapılabilir. Demedi demeyin.
(: