29 Haziran 2010 Salı

boğmayın beni.

Esasında mütemadiyen insanları dinleyebilen bir yapıya sahibim. Sonuna kadar sabırla dinleyip kendimce çıkarımlar yapıp akıl bile veririm genel de işe yarar da. Post modern Güzin abla diyebiliriz belki de ama bazen hep aynı dertten gelen arkadaşlar cidden boğucu olabiliyor. Bilemiyorum belki de benim ters tarafıma denk geliyor dinlemeue bile halim olmuyor.

Örnek vermek gerekirse benim bir arkadaşım var, aslında kızı cidden çok seviyorum ama yaklaşık 2 yıldır bir adamdan bahsediyor. İlişki ne uzuyor ne kısalıyor. Kızımız adamı çok seviyor evlenmek istiyor onunla adamsa ben polisim işim şöyle kötü böyle kötü bilmem ne diye biraz sallamaz biraz da cidden işinin verdiği zorluktan ötürü onu üzmemeye çalışıyor. Neyse efenim bir dargın bir barışık ilişkinin ciddi ciddi bi yere gittiği yok. Normalde " dost acı söyler." lafının en canlı örneğimdir. Karşı taraf istediği kadar üzülsün, bazı zaman umrumda bile olmaz eğer o üzülmenin sonunda cidden onun için doğrusu yatıyorsa o "acıyı" söylerim ona. Bu hatuna da çoğu zaman yaptım lakin dinlenmedim. Mantığıyla değil de kalbiyle hareket etti vs. Olur böyle şeyler hangimiz her zaman mantığını dinliyor ki değil mi ? Ama ama ama son bir kaç haftadır öyle boğuldum ki. Kızımız her msn messenger'da görse her zamanki gibi "nbr nasılsın?" cümlelerinden sonra "o böyle yaptı böyle dedi"lerle devam ediyor akabinde ben ne yapsamlı cümleler kuruyor sonrasında ise "ne yapmalıyım sence ?" lerle topu bana atıyor ben de bu konuyla ilgili kalan son sabırım ile akıl vermeye çalışıyorum. Ama genelde benim dediğimi aksini yapıyor.
Bu durumdan bıkmış bendeniz ise bir süre önce hatunu msn'de engelledim. Telefondan ulaştı. Telefonlarını açmasam mesaj attı. O da olmadı facebooktan ulaştı. Hayır kalbi kırılmasın diye siktiri de çekemiyorum ki.
Benim dediklerimi yapın ben bayan doğruyum demiyorum ama lütfen yani birazcık da karşınızdakini düşünün. "abi ben bunun kafayı sikiyorum ama bu sıkılmadı mı ya ?" diye düşünün ya da arada bana diyin dimi " ya bebeğim sıkıyor muyum ?" emin olsun nezaket için "yok tatlım devam et sen dinliyorum." derim ama bazen de benim bunları duymaya ihtiyacım var. Şak diye sanki sadece dünya sizin etrafınızda dönüyormuş gibi sorunlarınızla gelmeyin bana yeminle boğuluyorum şu ara. Çünkü o siktiminin dünyası benim de etrafımda dönüyor !

25 Haziran 2010 Cuma

o kadar tumblr'a laf etmiştim oysa ki.

Bloguna eskisi kadar önem vermeyip tumblr'la aldatan bloggerlara kızdığım halde sırf meraktan tumblr hesabı açmam hoş bir şey değil belki ama oradaki ilk yazımdaki gibi blogumu asla aldatmayacağıma söz veriyorum.

Şu an için beni çeken en büyük avantajı kolay müzik yükleme olayı. Blog'da bunu yaparken biraz zorlanabiliyorum.
Onun dışında öyle büyük bir artı kazanmadı şu an benden. Bir de blogunu bırakmış ve tumblr'dan yayına devam eden eski bloggerları takip etmem kolaylaşacak. Zira sık kullanılanlara eklemiş olsam da bir çoğunu çoğu zaman bakmayı unutuyor çoğu zaman da "amaaan" diyip üşeniyorum.

neyse uzatmadan link efenim.





afiyet olsun.

24 Haziran 2010 Perşembe

ne dinliyorum -2



şu şarkıyı koyamadım diye içimde o kadar dert olmuştu ki.

Nouvelle Vague ft. Julie Delpy - LaLaLaa

ttnet'ten komiklikler, şakalar falan.

Okulun bitmesi ve eve geri dönmem ile üst kat komşum ve alt kattaki amcamdan sömürdüğüm internetin yetersiz olması sebebiyle eve internet bağlatmam konusunda karar alındı.
Sınırlı mı olsun sınırsız mı konusundaki mini muhabbetten sonra sınırsız net bağlatmak üzere ttnet'in internet sayfasından başvuruda bulunduk, yamulmuyorsam geçen hafta perşembe. Bir saat sonra teyit için arandık, ertesi gün görevli evimize gerekli evrakları ve modemi getirdi.
Sonrasında babamla modemi bağlamaca falan derken her zamanki usta-çırak muhabbetlerini yaptık ve hafta başı açılacak olan internetimizi bekler olduk.
Pazartesi günü ttnet'in aranması ve çarşambaya kadar internetiniz gelmezse bizi arayın demesinden sonra sövdük.
Salı günüyse gidip gelen net sorucunda tekrar ttnet aranıldı, arıza kaydı yapıldı gün içinde tekrar aranılacağımız söylendi. Gün içerisinde de beklediğimiz telefon geldi.

ttnet görevlisi : iyi günler efenim 1234567 doğru değil mi ?
weba : evet buyrun.
ttnet görevlisi : efenim arıza kaydı yapmışsın şimdik şöyle oluyor yeni olduğunuz için vs. vs. güncelleştiriyorum modemin ışıklarını takip edin bi yandan da internete girmeye çalışın.
weba : peki. ( o minicik ışıklara bakmaktan gözlerim bi garip oldu zaten.)
bu işlemler sırasında elemanın konuştuğu teknik olaylar vs. derken yaklaşık 8 dk geçti.

ttnet görevlisi : şu an internet erişiminiz var mı ?
weba : eveet.
ttnet görevlisi : nasıl ya ?! ben de şu an nete giremediğiniz gözüküyor. sinyaliniz eksilerde yanii giremezsiniz.
weba : valla çatır çatır giriyorum.

aradan 3 dk gene geçer.

ttnet görevlisi : evde kaç paralel telefon var.
weba : 3
ttnet görevlisi : ama internet hattınızın geldiği telefon hattı başka dimi ?
weba : yooo o da buna bağlı, net için yeni bir telefon hattı almadık.
ttnet görevlisi : valla süpersiniz, eee gider ki bağlantınız. düşük zaten, eksilerde hala uğraşıyorum olmuyor.
weba : ben de hızlı be hafız ne iş.
ttnet görevlisi : bu arada dns'leriniz neler ? şimdi söyleyeceğim şeyleri yapın dns'leriniz nelermiş öğrenelim.
weba : biliyorum ki, 4.2.2.3
ttnet görevlisi : dns'lerini pat diye söyleyen bir bayan müşteri, hayretler içerisndeyim. neyse hanım efendi kullandığınız dns çok kötü neden bunu kullanıyorsunuz, değiştirelim isterseniz.
weba : valla youtube erişim için kullanıyorum ama son 3 haftadır erişemiyorum, verebileceğiniz bir dns var mı ya ?
ttnet görevlisi : hanımefendi telefonlar dinleniyor ama internette çok sağlam dns'ler var yasaklı siteler için.

2 dk sonra işlemler bitti ve kapattık.
Ulan o kadar dil döktüm taş olsa çatlar insan bi adam gibi dns verir dimi.
Ayrıca hiç anlamıyorum şu erkeklerin her hatunu bilgisayardan biihaber sanmalarını.

22 Haziran 2010 Salı

2 days in Paris.


Julie Delpy'i pek seven bendeniz bu filmi neden bu kadar geç izledim bilemiyorum. Kendime kızdım.

Amerikanların ve Fransızların birbirlerine karşı tutumunu çok güzel anlatan, sırılsıklam aşk filmlerinden ziyade gayet duru ama bir o kadar da derin bir film benim gözümde.

Yazının devamı spoiler içerir demedi demeyin
.
Jack (Adam Goldberg) ve Marion (Julie Delpy) iki yıldır birlikte olan cici bir çiftimiz. Vasatın üstünde bir ilişkileri var. Jack biraz hastalık hastası, Marion ise sevgilisinden pek de umduğunu bulamayan müzbin aşık. Avrupa tatillerinin sonunda 2 günlüğüne Marion'n ailesinin bulunduğu Paris'e giderler ve olaylar başlar. Jack Fransızların cinselliği bu kadar açık ve rahat konuşmalarından rahatsız olurken bir yandan da Marion'n eski sevgililerin bir kaçıyla tanışır. Komik olaylar devam ederken aşıklarımızın bir yol ayrımına girerler.


Eh devamını da izleyin görün.
Filmi izledikten sonra Fransızca öğrenmeye kaldığım yerden devam edesim geldi.
Paris'e gitme damarım tekrar tuttu.
Uzun lafın kısası izleyin izlettirin derim ben.


Son olarak da bu filmi izlememi hatırlatan Nouvelle Vague ft. Julie Delpy - LALALA şarkısını paylaşmayı isterdim lakin teknik aksaklıklar izin vermedi. Bulun hatrım için dinleyin.


p.s : 2 gün önce yazmıştım anca yayınlayabildim.


20 Haziran 2010 Pazar

babalar günü.

Gün bitmeden kutlayayım, ayıp olmasın.


BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN !

17 Haziran 2010 Perşembe

Ah ulan.



Şimdiden çooook özledim lan.

kep-balo-bittiş.

Tam bir haftadır öyle yoğunum ki.
Geçen hafta perşembe günü iş ve sosyal güvenlik hukuku finali son sınavımızdı. Finalden çıkıldı, mezuniyet balosuna ve kep törenine katılmayacak arkadaşlarla vedalaşırdı, ağlaşmalar helalleşmeler derken o gün öyle bitti.
Cuma günü pek hareketliydi.
Silivri Klassiss Otelde balomuz vardı. Uyanır uyanmaz saçım başım makyajım diye düşünen bir ben ve sakin olmamı söyleyen prenses prenses vardı.
Son dakika kuaföre gitmekten vazgeçtim. Zira bütün kuaförler dolu ve sadece saçıma düz fön çektirecektim. Çünkü pek sevgili saçlarımda ne topuz ne de maşa duruyordu. İkisi zaten istemiyordum. Herkesin yaptıracağı fix şeylerden ikisi maşa ve topuz. Iyk.
Prenses prenses 2 saat boyunca saçımı düzleştirdi, dur yavrum tamam yeter terledim dedim o dinlemedi.
Sonrasında makyaj. Hafif bir makyajdı aslında ama 2 aya yakındır sadece gözüme kalem çektiğim için gözüme fazla geldi. Ama çok hoştum lan. Valla bak.
Sonrasında otele gidiş yemekler şunlar bunlar eller havaya derken gece 3te geri dönüş. Ayrıntılara gerek yok. Ayrıntılarda aşırı da önemli birşey yok. (herkesin beni çok beğendiği ve Ç'nin neden gelemediği gündem konusuydu.)
Popülerlik zor zanaat be anam. ktfeşodlkgfdlfkdsf

Eve gelmemiz 4ü buldu. Prenses prenses o akşam apartta kalmadığını Tufilerde olduğunu oraya gelmemi söyledi iyi dedim. Kafamı koyar koymaz uyurum diye ben doğru düzgün uyuyamadım. 8de kaldım apartta gittim. Uyurum diye. Ne mümkün. Kaçtı mı benim uykum.

12e doğru prenses prensesin ablası, teyzesinin kızı ve kuaför yengesi geldi. (malum kep töreni var tüm aile gelmişler. Annesi, babası ve teyzeleri çay bahçesindelerdi. )
Prenses o kadar kuaföre gittiği halde saçını beğenmediği için kuaför yengesi saçını düzeltmeye uğraşırken uyumak isteyip de uyuyamayan ben ufaktan hazırlanma derdindeydim. Duşa girmem lazım, olmuyor halim yok. Girersem bayılırım korkusuyla "bugün böyle idare edeceksin kızım weba." dedim. Zira ne saçımda ne de makyajımda bi bozulma vardı. Üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim. Saçımın ve makyajımın üstünden geçtikten sonra süperdim.
(egoist oldum, paso kendimi övüyorum ahaha.)

Saat 2de okulun önünden Tekirdağ Namık Kemal Stadyumu'na gidecek olan otobüsler kalkacaktı. Her zaman olduğu gibi geçikenler, yolda yaşanan sorunlar, hocalarımızın "aman çocuklar güneşin altında onca saat beklemesin." diye bizi bir benzin istasyonunun orada beklettikler. Bekledik. 45dk kadr bekledik. Fotograf çekimleri, güneşin altında ayılıp bayılmalar falan derken çok hoş bir şey oldu. Ortaokuldan beri görmediğim arkadaşımı gördüm. Liseden bir arkadaşı bizim okuldan mezun oluyormuş, kep törenine gelmiş. (:

Sonrasında vardık stadyuma. Eeee onca fakülte 11 tane meslek yüksek okulu anca sığdık koca stadyuma. Bütün hocalarımızın bize şık şıkıdım, abiye ve ciddi gitmemiz konusunda ısrarı yüzünden erkeklerde kundura ayakkabılar kızlarda da topuklular sorun yarattı. Lakin öbür fakülteler ve myo'lar hiç de öyle değildi.! Bi bizim okul karalara bürünmüş halde dolaşıyorduk. Ayaklarımın altları su topladı ve bir hafta olmasına rağmen yeni yeni geçiyorlar.

O kalabalıkta ailelerimizi bulmamız ayrı bir trajikomik olay. Hocalarımızın, "kafanızı kaldırmayın, yerinizden kalmayın, kortejde el kol yapmayın." lafları yüzünden tüm maraton yolu boyunca tam yol ileriye bakıp kızlarında cat walk erkeklerinse olabildiğince manken edasında yürüdüğü gözlerden kaçmadı. fjdsljdslfkmdslfmdf Bilemiyorum ne kadar başarılı olduk.

Hayatımda başka hiç bir gün kıçı kırık beyaz plastik bir sandalyeyi hiç bu kadar düşlememiştim. Tüm maraton yolunu o topuklularla yürüyüp ulaşmamız gereken bölüme geçene kadar öldüm öldüm dirildim. Hatta hepimiz öldük öldük dirildik.

Sonrasında kepler atıldı o hengamede aileler bulundu. Orhan prenses prensesin ailesiyle tanışamadı bu yüzden pek mutsuzdu. Annemin gözleri de Ç'yi aramış. Prenses prensesle sonunda ailelerimiz tanıştı. Eh amorti gibi bişey oldu ama iyi de oldu.

Sonrasında ise geri dönüş.
2 gün kaldıktan sonra pazartesi İstanbul'a temelli geliş.
Yol boyu ağlarım demiştim. Olmadı.
10 gün depresyonda olurum demiştim. Olmadı.
Bu durumlardan ötürü memnunum. Ne ağlamak istiyorum, ne de depresyona girmek. İyi kötü okul bitti.
Darısı herkesin başına.

11 Haziran 2010 Cuma

ne dinliyorum ? -1



pippi haşmet kadar olmasa da ben de kendi radyomu oluşturayım blogumda diyorum artık.

Sevgili günlük. vol.6 okul bitti.

İki haftadır elimi bile süremedim bloga öyle yoğun öyle beter bir final haftasıydı ki. Diğer finallerden kötü yanı son final haftamız olmasıydı. Kocaman bir iki sene bitti.
Olaylar, sorunlar, dertler, depresyonlar en komik olaylar derken bitti be abi.
Şuraya ilk geldiğimde planladıklarımın hiç biri olmadı.

Buraya blogu ilk açtığım zamanlarda birazcık sitemli birazda çemkirerek bahsettiğim şizo'yla birlikte geldik. Kendisi 2 buçuk senelik arkadaşımdı hatta ve hatta en yakın arkadaşımdı. ÖSYM sağ olsun ikimizi buraya yerleştirdi. Hem de aynı sınıfa hem de sıralama alt altta bir halde. Biz ikimiz buraya geldik Ç kaldı İstanbullarda. Planımız şizo bir eve çıkacak Ç'de buraya gelecek ona bir iş bulcaz ve onu össye çalıştırcaz. OLDU MU ? Tabi ki olmadı.

Planlarımın arasında Ç'yle çıkmak hiç yoktu. O benim bir tanecik kuzum, zamanla daha da yakınlaştığım dostumdu. Ama şimdi bir tanecik sevgilim, ruhum.

Planlarımın arasında süpersonik bir ortalama getirmek vardı. Olmadı. Dönem dönem girdiğim depresyonlar sonrasında da "ben bunu zaten biliyorum yaa." demelerim yüzünden hiç bir sınava "çok" çalışmadım. Düzgün notlar aldım mı ? EVET. Ama ortalama o kadar da abartılacak kadar iyi değil.

DGS (dikey geçiş sınavı) her gün düzenli bir şekilde hazırlanacaktım. Hiç ara vermeden beklemeden bir üniversiteye girmeye çabalicaktım. Heh, daha sınava var, ama ben dediğim gibi düzenli bir şekilde çalışmadım. Sanırım bu sene pek de istediğim gibi olmayacak.

Bu sene fotograf kulubüne girip istediğim makinalardan birini alıp hocalarımızdan birinin sergisine ben de birkaç fotografla katılacaktım. Oldu mu ? Hayır. Ne istediğim makinayı aldım. Elimdeki saçma sapan digitalle çekim çalışması bile yapmadım. O kadar küstüm. İstemiyorum.

Buraya alışmayacaktım. Tekirdağ'a hiç bi şekilde alışmayacak veda günü geldiğinde arkamı dönüp gidecektim... Bak bunu da hala yapamadım. Son bir kaç günüm... Gitmek istemiyorum.

Her ne olursa olsun burada hiç kimseye gözümü kırpmadan inanmicaktım. Bu da olmadı.

Bugün o vedalaşma faslında ağlamayacaktım mesela. Onu hiç yapmamalıydım hayır. Sen o kadar git. Son gün diye olabildiğince cici şekilde ( ne alakaysa herkesin aklında böyle cici kalayım mantığıyla ) gittim okula. Sınava sanki son sınav değil diye lay lay lon şekilde geçirdim. Sınav çıkışı o sarılmalar vedalaşmalarla başladım ağlamaya. Bok vardı sanki.

Ama ama ama en kötüsü de kimileriyle "geldik gidiyoruz, kendine iyi bak arkadaşım." diyip elimi uzatmayacaktım. Elim havada kalmadı ama belki tek bir kelime duymayacak kadar da kötü bir insan değildim.

Aşkları, dersleri, kavgaları, sorunları, vizeleri, sınavlarıyla kocaman iki sene bitti. 4 sene olsaydı buradan ayrılırken bu kadar üzülür müydüm bilmiyorum. Şuraya küfür ederek geldiğimi ve giderken de küfür edicem dedim ama hiç de umduğum gibi olmuyor galiba...